Batum Botanik Bahçesi
Ben de kırıldım. İçinde bulunduğum şartların mümkün kıldığı ölçüde yaşayabileceğim en iyi hayatı yaşamak düsturum oldu hep. Bu yüzden pandemi başladığında depresyona girmedim. Hayatımı olabilecek en iyi haliyle organize ettim. Kendime bolca vakit ayırdım, güçlendim, yogam, mutfağım, kitaplarım, bitkilerim ahenk içinde bir hayat kurdum evde kendime. Ta ki depreme kadar. Deprem ne evime ne yakınlarıma zarar verdi ama onca insanın ölümü, enkaz altında kalışı, yuvasını kaybedişi benim de içimdeki fay hattını kırdı. Dünyanın her an her yerinde bir felaket yaşanıyor ve onlara da üzülüyorum kuşkusuz. Ama bu deprem üzerinde yaşadığım topraklarda olunca sanki o acılar ayak tabanlarımdan tüm bedenime nüfuz etti. Ayakta duramaz oldum. Gücüm çekildi. Travmaların etkisini eklemler taşırmış, en çok da ayak bilekleri; gerçekten ayak bileklerim kaskatı kesildi, her gün yaptığım ısınma çalışmalarında ayak bileklerimden duymadığım sesler ve hissetmediğim ağrılar çıkmaya başladı. Üzerine bir de iki aydır beklediğimiz eve artık taşınma vakti gelmişti. O kadar zor geldi ki bu taşınma. Çok anlamsızdı çünkü perde rengi seçmek, evi nasıl yerleştireceğine, hangi eşyaları nereye koyacağına karar vermek. İştahla yemek yemek bile utanmama sebep olacak kadar düştüm. İlk hafta sadece haberleri takip edip ağlamakla, dua etmekle geçti. Hissedebildiğim tek duygu keder oldu. Baktım ki kedere kaygı da eşlik ediyor. Bir de her şeyin anlamsız gelmesi. Bir çoğumuz gibi benim de eksenim kaydı yani. Böyle bir zaman/mekanda yaşarken de aşağıdakiler dökülmüş parmaklarımdan klavyeye. Umarım yerini bulur.
Bayadır yazmıyordum. Yazmayı seviyorum. Öyle plan program yaparak, düşünerek değil de gerçekten içimden ne akıyorsa, ne çıkmak istiyorsa dışarı. Esen’in gönderdiği videoyu izleyince geldi belki bu yaradılış fikri aklıma. Varoluşçu psikoloji temalı bir konuşmada Rollo May isimli doktor anlatıyor: “Kaygı, hayatın anlamını keşfetme yolunda önümüzde açılan bir kapıdır.” Kaygının yaratıcılığı, üretkenliği nasıl besleyebileceği ile ilgiliydi konuşma. Ölümlü olduğumuzun farkında olmak kaygının temel sebebi diye anlatıyor. Evet, en büyük kaygı sebebi ölüm. Neden çünkü bilinmezlikle dolu. Hele bir inanç sistemini benimsemiyorsan daha da korkutucu olmalı. Yok olacaksın, unutulacaksın, artık hissetmeyeceksin, kontrol edemeyeceksin. Özellikle bu kontrol edememe fikri kaygılandırıyor belki de insanoğlunu. Ve en büyük kaygı sebebimiz olan ölüm dışında, bizi kaygılandıran her şeyde de bir parça işlerin senin kontrolünden çıkma ihtimalinin yarattığı endişe yok mu? O iş görüşmesi iyi gitmez ve çuvallarsan ve işler senin kontrolünden çıkarsa; sınavda rahatsızlanırsan ve başarılı olamazsan; ya o senin duygularına karşılık vermezse ve hayal ettiğin gibi bir ilişkin olmazsa … Küçük ölümler! Devamı belirsiz çünkü. Her şey istediğin gibi olursa ne olacağı belli; daha çok paran olacak, daha başarılı hissedeceksin, daha kıymetli olacaksın.… Yani her şey senin kontrolünde olacak o sonuca bağlı. Belirsizlik, bilinmezlik korkusu her şeyi kontrol edebilme çabasını ve o çaba da kaygıyı getiriyor peşinde. Ve doğru yönetilirse evet kaygı daha yaratıcı olmana hizmet edebilir. Tüm koşullarda ilerlemenin yollarını gösterebilir mesela. O olmazsa başka bir şey illa ki olacaktır çünkü. O yoldan gitmezsen başka bir yoldan gideceksin muhakkak, o okul olmazsa başka bir okul, o iş olmazsa başka bir iş, o adam olmazsa başka bir adam…
Ben hiçbir duygunun diğerinden üstün olduğuna inanmıyorum. Sadece öyle kodlanmışız; mutlu olmak zorundaymışız, negatif dediğimiz duyguları hissetmek zayıflıkmış, başarısızlıkmış gibi yaşıyoruz. Halbuki doğru yönetildiği sürece, gözlemleyerek her bir duygudan bir eylem planı geliştirebiliriz. Yolu da direnmemek. Kaygıya da direnmeyip, onu hissetmediğimiz başka bir yere kaçmak yerine, o kaygıyı bisiklet sürer gibi dikkatle sürersek bizi nihayetinde o kaygıyı ortadan kaldırmaya hizmet edecek yaratıcı eylemlere itecektir. Bazen de o kaygının içinde oturup beklemek, bağışıklık kazandırabiliyor. Hayatını ele geçirmemesini öğretebiliyor böylece. Bir köşede kaygı, bir köşede sen hayata devam ediyorsun. Günün getirdiklerini yaşarken bir bakıyorsun belki de boşuna kaygılandığını gösteren işaretler çıkıyor karşına. Veya evet kaygılanmakta haklısın ve bir yol haritası çizmelisin. Adım adım nasıl ilerleyeceğini belirleyerek acele etmeden, her bir adımın içinden geçerek yol almanın kendisi bile sonuca bağlı kalmaksızın o kaygıyı alır götürür belki de.
Yoganın tanımlarından biri “skill in action”. Ne çok şey anlatıyor üç kelimeyle. Eylem becerisi; hayat yolunda ilerlerken sağlam kalabilme becerisi. Söylemesi ne kolay; güçlü olmak, düşsen de kalkıp aldığın yaraları iyileştirip yola devam etmek veya yola devam ederken yaraların kendi kendine iyileşmesini izlemek. Her türlü deneyim yeni bir beceri geliştirmene yardımcı olabilir, dikkatin oradaysa eğer. Gelişine değil de olanı biteni fark ederek yaşayabiliyorsan. Her bir duygunun içinden geçerek, gözlemleyerek, takılmadan, takılsan da takıldığını fark edip hayatla dans eder gibi yaşamak. Zor biliyorum, hele hayatın geldiği şu haldeyken, her yer, herkes kaygı kusarken daha da zor. Ama hepimizin bildiği bir şeyi tekrar edeceğim: Kaygılansak da, dertlensek de, başımızı duvarlara vursak da, içinde bulunduğumuz şartlara adapte olup yola bir şekilde devam etmediğimiz sürece hiçbir şey değişmeyecek. Hayat aktığı yöne akıyor zaten; sen ister kaygılı gel ister kaygısız. Yolu nasıl alacağın sana bağlı yani.
Sevgimle.
Berrin
Comments